Bir insan sağlıklı olmaya çalışırken hayatına neler ekler, ya da çıkarır? Yani ne gibi değişiklikler yapar? Mesela hareket katar hayatına. Egzersiz yapar, sabahları yürüyüşe filan çıkar, o da olmuyorsa spor salonuna yazılır. Bir şekilde fiziksel aktivitesini artırır. Eğer bir rahatsızlığı varsa belki tedavilere veya terapilere katılır. Bütün bu saydıklarım ancak bir yol arkadaşı ile başarıya ulaşabilir. O yol arkadaşı da beslenme. Eğer siz beslenmenizi düzenlemeyip sadece spor yaparak sağlıklı olabileceğinizi düşünüyorsanız, bir daha düşünmenizi öneririm. Tabi ki spor çok önemlidir ama tek başına yetmez. Öyle ki şimdi spor salonlarında diyetisyenler bulunuyor. Fit ve sağlıklı olmanın yolu %30 doğru egzersizden, %70’te doğru beslenmeden geçiyor deniyor artık. Bu yazımın konusu olan Gerson terapide size beslenmenin hastalıklara karşı çok önemli bir silah olabileceğinden bahsedecem. Hazırsanız terapiye başlayalım.
Gerson terapisi, 1930’larda Alman bir doktor olan Dr. Max Gerson tarafından geliştirildi. Çoğu fikirin ortaya çıktığı gibi kendinden yola çıktı bu terapiyi geliştirmek için. Çok şiddetli yaşadığı migren ağrılarını geçirmek için beslenmesini değiştirebileceğini, böylece ağrılarından kurtulabileceğini fark etti. Kendi üstünde denedi bunu. Başarılı da oldu. Sonra diyeti biraz değiştirerek tüberküloz hastalarını da iyileştirebileceğini düşündü. Ve bingo. Bunda da başarılı oldu. Sonraki hedefi şeker hastalığı oldu. Doktor arkadaşı Albert Schweitzer ve eşini o zamanların önemli hastalıklarından diyabetten kurtardı. İşte o zaman beslenmenin gücünün farkına varmış olacak ki gözünü yükseklere çevirdi. Sıradaki hedefi kanserdi. Ama öncelikle bir iddiaya ihtiyacı vardı ses getirmek için. Sağlıklı ve işlevsel bir karaciğere, pankreasa, tiroide ve bağışıklık sistemine sahip bir kişide kanser oluşmayacağını ve bu sağlığın ancak beslenme ile yapılabileceğini iddia etti. Sonra kanser hastaları üzerinde deneyler yapmaya başladı. Çoğu kanser türünü diyetler ile geri çevirebildiğini gördü. Uyguladığı diyet az tuzlu bir vegan diyetiydi ve günde 10 kez taze sıkılmış meyve (özellikle elma) ve sebze (özellikle havuç) suları ile destekleniyordu. Ayrıca diyette şöyle ilkeler de vardı: İçebilir nitelikteki hiç bir su aslında içilebilir değildi. Su ya doğal kaynak suyu olmalıydı ya da alkali su olmalıydı. Yenilen sebzelerin sadece %30’u pişmiş olabilirdi. En %70’i çiğ olarak tüketilmeliydi ( bu açıdan biraz raw food‘tan etkilenmiş diyebilirdik ama o zamanlar raw food akımı yoktu). Ayrıca şeker ve şekerli her türlü besin minimuma indirilmeliydi. İyi bir bağışıklık için C vitamini ve selenyum içeren bitkiler diyetin ayrılmaz bir parçasıydı. Ayrıca potasyum çözeltisi hücre içi sodyum-potasyum dengesini sağlamak için kullanılabiliyordu. Hastalara günümüzün tabiriyle detoks yani arındırma işlemi de uygulanıyordu. Bunun için de kahve kullanılıyordu. Hem detoks etkisi için hem de ağrı kesici etkisi için. Bir ilke ve büyük bir buluşa imza atan Dr. Gerson 1959 yılında ölse de çalışmaları hala devam ettirilmektedir.