YEMEĞİNİ AĞIRDAN AL: SLOW FOOD

Hayatı gerçekten yaşıyor muyuz? Yoksa yakalamak için peşinden mi koşuyoruz sadece?  Bana bazen sadece koşuyoruz gibi geliyor. Nereye olduğunu pek bilmeden. Hayat nereye giderse biz de peşinden işte. Hayat kafasına göre koşmuyor tabi. Yönlendirenler var. Kim mi bunlar? Dünya git gide hiyerarşik bir yer oluyor ya, hah işte o en tepedekiler hayata yön verenler. Büyük oyuncular. Sosyal hayatın patronları. Hayatımıza küçük ölçekli olarak yansıyor  tabi patronlar. Mesela iş yerinizdeki patronunuz. Sizden istediklerine bağlı olarak ondan da bir şey isteyenler var. İşte dünya bu şekilde hiyerarşik bir yere geliyor. Ve patronlar arttıkça hiyerarşi de artıyor. Bu düzenin devam edebilmesi için de belirli bir ritme oturması gerekiyor hayatın. Bu yüzden koşuyor hayat. Örneğin siz bir gün içinde kaç işe koşturduğunuzu düşünün. Hep belli bir saatte belli bir yerde olmak zorundasınız. Bu sırada insani ihtiyaçlarımızı da en hızlı şekilde halletmemiz gerekiyor, beslenme gibi.  Beslenmemizi daha hızlı ve sorgusuz bir hale getirmek için kurulmuş şirketler var. Onlar da büyük oyuncular. Günlük koşuşturmanız arasında beslenmeye pek vakit ayıramıyorsanız bile aç kalmıyorsunuz. Çünkü hızlı hazır besin diye bi şey var. Fast food demeyi pek doğru bulmadığım için öyle dedim. 5 dakikada yemeğiniz hazır oluyor ve hızla tüketip kalkabiliyorsunuz. Bu esnada da sağlığı es geçiyoruz.  Besinlerin hazır olup dondurularak uzun süre saklanması sağlıklı bir yöntem olmadığı gibi dondurulan besininin nasıl hazırlandığı da çok önemli. Bahsettiğimiz büyük hızlı hazır besin şirketleri besinin sağlığından çok para gibi ekonomik faktörleri ön planda tuttuğu için günlük diyetinizde yer almalarını önermem. İsim vermemek için çok uğraştım ama illa vermem gerekirse Mc Donald’s şirketi, patateslerin tüketimini ve lezzetini arttırabilmek için piyasada Çin tuzu olarak bilinen mono-sodyum-glutamat bileşiğini kullanıyor. Bu maddenin tabii ki sağlığa olumsuz etkileri var. Şimdi ben konuyu nereye getirecem diye düşünüyorsanız, cevabı slow food akımıdır. Birileri daha benim gibi düşünmüş olacak ki fast food’a karşı böyle bir hareket başlatmış olacak. Bu muhalif harekete biraz daha yakından bakalım ki biraz daha yaygınlaşsın.

Slow Food hareketi, 1986 yılında solcu İtalyan gazeteci Carlo Petrini önderliğinde İtalya’da bir avuç insan tarafından başlatılmış. 1989 tarihinde Avrupa’ya yayılarak geniş kitlelere ulaşmayı başarmıştır. Şu anda 120’yi aşkın ülkede 100 binin üzerinde üyesiyle uluslararası nitelik bir harekettir. Slow Food, sürekli hızlanan beslenmeye karşı yavaş, doğal ve sağlıklı beslenmeyi savunur. Yerel lezzetlere sahip çıkmayı, yemek yemeği sosyalleştirmeyi , doğal beslenmeyi ve hatta kendi besinini üretmeyi destekler.  Ve bunu yaygınlaştırmak için etkinlikler yapar. Etkinlikler bazen küçük atölyeler bazen eğitimler bazen de tiyatro gibi canlandırmalarla kendini gösteriyor bizlere. Slow Food, “iyi, temiz, adil” felsefesinden başlamış yola. “Yavaş” kelimesine uygun olarak da logo olarak salyangoz seçilmiş. Türkiye’de Slow Food akımı Fikir Sahibi Damaklar’ın bir projesi olarak sürdürülüyor. Hızla da yaygınlaşıyor. Köylerdeki üretimi destekliyor. Kooperatiflere destek olup onları pazarlar aracılığıyla duyuruyor. Slow Food adına bir sürü dernek kurulmuş farklı bölgelere. “Her bölgenin sorunlarını ve çözüm yollarını orada yaşayan daha iyi bilir.” düşüncesiyle her bölgedeki derneğin farklı bir amacı var. Küresel anlamda amaçlar aynı tabi ama bölgesel olarak farklı. Slow Food’un bir diğer amacı da yavaş şehirler oluşturmak. Etrafta korna gürültüsü olmayan, insanı rahatsız eden betonarme yapıların olmadığı, devasa marketlerde insanların sıra oluşturmadığı, koşturarak bir yere yetişmeye çabalamadığınız ve en önemlisi yediğiniz her şeyin doğal olduğu bir şehir düşünün. Büyük şehirlerde yaşayan insanlar için bu bir hayal olabilir ama Slow Food hareketi ile böyle şehirler kentler birliği sayesinde kurulmuştur. Dünya’daki ilk yavaş şehir, İtalya’nın Toscana bölgesine bağlı Chanti şehridir. Türkiye’de ise ilk Seferihisar’dır. Türkiye’deki ilk Slow Food köyü ise Germiyan’dır. İlk kurulduğundan beri büyük ilgi gören Slow Food’un anlatılması için Avrupa’nın farklı şehirlerinde peşisıra konferanslar düzenlenmiştir. Yazımın devamına  ilgilenenler için Slow Food Türkiye’nin Facebook sayfasını ekliyorum ki bu hareketten habersiz kalmayın.

 

Slow Food Türkiye Facebook sayfası için: Slow Food Türkiye

Sitemizin Facebook sayfası için: Beslendik !!

YEMEĞİNİ AĞIRDAN AL: SLOW FOOD

Hayatı gerçekten yaşıyor muyuz? Yoksa yakalamak için peşinden mi koşuyoruz sadece?  Bana bazen sadece koşuyoruz gibi geliyor. Nereye olduğunu pek bilmeden. Hayat nereye giderse biz de peşinden işte. Hayat kafasına göre koşmuyor tabi. Yönlendirenler var. Kim mi bunlar? Dünya git gide hiyerarşik bir yer oluyor ya, hah işte o en tepedekiler hayata yön verenler. Büyük oyuncular. Sosyal hayatın patronları. Hayatımıza küçük ölçekli olarak yansıyor  tabi patronlar. Mesela iş yerinizdeki patronunuz. Sizden istediklerine bağlı olarak ondan da bir şey isteyenler var. İşte dünya bu şekilde hiyerarşik bir yere geliyor. Ve patronlar arttıkça hiyerarşi de artıyor. Bu düzenin devam edebilmesi için de belirli bir ritme oturması gerekiyor hayatın. Bu yüzden koşuyor hayat. Örneğin siz bir gün içinde kaç işe koşturduğunuzu düşünün. Hep belli bir saatte belli bir yerde olmak zorundasınız. Bu sırada insani ihtiyaçlarımızı da en hızlı şekilde halletmemiz gerekiyor, beslenme gibi.  Beslenmemizi daha hızlı ve sorgusuz bir hale getirmek için kurulmuş şirketler var. Onlar da büyük oyuncular. Günlük koşuşturmanız arasında beslenmeye pek vakit ayıramıyorsanız bile aç kalmıyorsunuz. Çünkü hızlı hazır besin diye bi şey var. Fast food demeyi pek doğru bulmadığım için öyle dedim. 5 dakikada yemeğiniz hazır oluyor ve hızla tüketip kalkabiliyorsunuz. Bu esnada da sağlığı es geçiyoruz.  Besinlerin hazır olup dondurularak uzun süre saklanması sağlıklı bir yöntem olmadığı gibi dondurulan besininin nasıl hazırlandığı da çok önemli. Bahsettiğimiz büyük hızlı hazır besin şirketleri besinin sağlığından çok para gibi ekonomik faktörleri ön planda tuttuğu için günlük diyetinizde yer almalarını önermem. İsim vermemek için çok uğraştım ama illa vermem gerekirse Mc Donald’s şirketi, patateslerin tüketimini ve lezzetini arttırabilmek için piyasada Çin tuzu olarak bilinen mono-sodyum-glutamat bileşiğini kullanıyor. Bu maddenin tabii ki sağlığa olumsuz etkileri var. Şimdi ben konuyu nereye getirecem diye düşünüyorsanız, cevabı slow food akımıdır. Birileri daha benim gibi düşünmüş olacak ki fast food’a karşı böyle bir hareket başlatmış olacak. Bu muhalif harekete biraz daha yakından bakalım ki biraz daha yaygınlaşsın.

Slow Food hareketi, 1986 yılında solcu İtalyan gazeteci Carlo Petrini önderliğinde İtalya’da bir avuç insan tarafından başlatılmış. 1989 tarihinde Avrupa’ya yayılarak geniş kitlelere ulaşmayı başarmıştır. Şu anda 120’yi aşkın ülkede 100 binin üzerinde üyesiyle uluslararası nitelik bir harekettir. Slow Food, sürekli hızlanan beslenmeye karşı yavaş, doğal ve sağlıklı beslenmeyi savunur. Yerel lezzetlere sahip çıkmayı, yemek yemeği sosyalleştirmeyi , doğal beslenmeyi ve hatta kendi besinini üretmeyi destekler.  Ve bunu yaygınlaştırmak için etkinlikler yapar. Etkinlikler bazen küçük atölyeler bazen eğitimler bazen de tiyatro gibi canlandırmalarla kendini gösteriyor bizlere. Slow Food, “iyi, temiz, adil” felsefesinden başlamış yola. “Yavaş” kelimesine uygun olarak da logo olarak salyangoz seçilmiş. Türkiye’de Slow Food akımı Fikir Sahibi Damaklar’ın bir projesi olarak sürdürülüyor. Hızla da yaygınlaşıyor. Köylerdeki üretimi destekliyor. Kooperatiflere destek olup onları pazarlar aracılığıyla duyuruyor. Slow Food adına bir sürü dernek kurulmuş farklı bölgelere. “Her bölgenin sorunlarını ve çözüm yollarını orada yaşayan daha iyi bilir.” düşüncesiyle her bölgedeki derneğin farklı bir amacı var. Küresel anlamda amaçlar aynı tabi ama bölgesel olarak farklı. Slow Food’un bir diğer amacı da yavaş şehirler oluşturmak. Etrafta korna gürültüsü olmayan, insanı rahatsız eden betonarme yapıların olmadığı, devasa marketlerde insanların sıra oluşturmadığı, koşturarak bir yere yetişmeye çabalamadığınız ve en önemlisi yediğiniz her şeyin doğal olduğu bir şehir düşünün. Büyük şehirlerde yaşayan insanlar için bu bir hayal olabilir ama Slow Food hareketi ile böyle şehirler kentler birliği sayesinde kurulmuştur. Dünya’daki ilk yavaş şehir, İtalya’nın Toscana bölgesine bağlı Chanti şehridir. Türkiye’de ise ilk Seferihisar’dır. Türkiye’deki ilk Slow Food köyü ise Germiyan’dır. İlk kurulduğundan beri büyük ilgi gören Slow Food’un anlatılması için Avrupa’nın farklı şehirlerinde peşisıra konferanslar düzenlenmiştir. Yazımın devamına ilgilenenler için Slow Food Türkiye’nin Facebook sayfasını ekliyorum ki bu hareketten habersiz kalmayın.

 

Slow Food Türkiye Facebook sayfası için: Slow Food Türkiye

Sitemizin Facebook sayfası için: Beslendik !!