Renkleri nasıl algılarız? Tabi ki gelen ışığın nesneden yansıyıp gözümüze ulaşmasıyla. Peki nasıl oluşurlar? Beyaz ışığın prizmada ayrışması ile . Olanları bunlarla açıklayabiliyorsak eğer bir sonuca varırız farkında olmadan. Siyahla beyaz birer renk değildir.Çünkü hem ayrışım sonucu ortaya çıkmıyorlar, hem de birleşimlerinden bir “renk” oluyor. Ayrıca siyah bütün ışınları soğuruyor, hiç yansıtmıyor. Bu yüzden siyahla beyazı birer renk olarak kabul etmiyor bilim dünyası. Ama bu onların bir çok yerde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hayatta da bir çok yerde karşımıza çıkıyorlar. Somut olarak demiyorum, benzetme yapıyorum. Verdiğimiz her kararın iki kutbu gibiler. Her kararda radikal iki taraf vardır ya. Hah işte onlar gibidir siyahla beyaz. Yani ya içindesiniz çemberin ya da dışında yer alıyorsunuzdur. Hayat, kararlarımız kadar radikal değildir her zaman. Bir renk olmasa da siyahla beyazın karışımında gri ortaya çıkıyor. Ya da siz nasıl adlandırırsanız. Hayatta da öyle işte. Bazen birilerini kırmamak için çok radikal ve sert bir kara vermektense orta yolu bulmaya çalışıyoruz, bir kutuptan uzaklaşıyoruz. Bu blog beslenme ile ilgili olduğu için şu anda neden böyle bir giriş yaptığımı merak ediyorsunuzdur. Beslenmede de zıt kutuplar vardır. Ya hep ya hiç anlayışları da vardır, “o da lazım tabi” diye düşünenlerin oluşturduğu akımlar da vardır. Mesela daha önce bahsettiğim veganlıkla, “et olmadan sofraya oturmam” diyen anlayışları karşılaştıralım. Ne kadar da zıt anlayışlar değil mi? İşte birileri de “bunun bir arasını bulmak lazım” diye düşünmüş olmalı ki reducetarian akımı ortaya çıkmış. Bugünkü konuğum bir besin değil, bir akım. Acaba nedir bu akım?
Reducetarian, günlük diyetinizde daha az et, kümes hayvanları ve deniz canlıları tüketmenizi söyleyen bir akım, Oldukça ilgi çekmiştir çünkü hayatta olduğu gibi radikal bir karar verenlerden her zaman daha fazladır orta yolu bulmaya çalışanlar. İnsanlar veganlık yerine daha kolay uygulanımı olan reducetarian olmayı tercih ediyorlar.Bu aslında daha az et ve et ürünleri tüketerek hayvanların refahını sağlamayı amaçlayan bir topluluk.Bu yönüyle veganlığa benziyor. Kademeli olarak daha az et ve ürünleri tüketerek kendilerine ulaşılabilir hedefler koyuyorlar. Bir sürü tarif geliştirerek ve yeni tarifler üreterek bu akımlarını destekliyor reducetarianlar. Mesela tofu, füme et, domates,Worcestershire sos ve maruldan oluşan bir sandviç. Ya da tavuklu, nohutlu, lahanalı ve daha bir çok sebzeden oluşan bir çorba. Bunlar gibi bir çok tarif daha bulabilirsiniz. Bu akımla ilgili kitaplar var. Hatta bu akımın bir de vakfı var. Vakfın başkanı olan Columbia Üniverstesi’nde öğretim görevlisi ve akımla ilgili bir kitabın yazarı Brian Kateman, kendisini sağlıklı, merhametli ve sürdürülebilir bir dünya yaratmak için hayvansal ürün tüketimini azaltmaya adadığını söylüyor. Veganlık kadar katı olmadığı için reducetarian akımı bir nebze sağlık için daha uygulanabilir. Ancak veganlıkla kıyaslandığında durum böyle. Reducetarian akımında da bir çok şeye önem vermek gerekiyor. İyi B12 kaynaklarından uzak kalındığı için B12 alımına dikkat edilmesi gerekiyor. B12 vitamini az da olsa süt ve süt ürünlerinde bulunuyor. Az miktarda et ve yumurta, bol miktarda süt ve ürünleri ile gereksinim karşılanmalıdır. D vitamini için güneşten iyi faydalanılmalıdır. Bitkisel kaynaklardaki demir nispeten daha az emildiği için C vitamini kaynakları ile emilim desteklenmelidir. Koleterol gibi kan değerleri sağlıklı sınırlar arasında tutulmalıdır. Reducetarian hayvan hakları ve sürdürülebilirlik için önemli bir akım. Ve yurt dışında ciddiye alınıyor ki vakfı bile kurulmuş. Vakıf kar amacı gütmüyor ve yalnızca bağışlarla ayakta kalmayı başarıyor. Bir de hayvan tüketimine dair bir bilgi vermek istiyorum. Hayvansal ürünlerden elde edilen verim, onları beslemek için harcanan gıdanın yalnızca %5’i. Sizce değer mi?